31 Ocak 2012 Salı

Yılbaşından sonraki hafta ben piyanonun başına geçtim, Necip gitarın başına geçti, Şermin bağlamanın başına geçti, cümleler kurmaya başladık. Önce sandık ki onlar tek birer cümle. Sonra bir baktık, o cümleler paragraf olmuş, o paragraflar kompozisyon. 4 tane bestemiz var şimdilik 4 haftadır üzerinde çalıştığımız. Şimdi Deniz ve Emre de katıldılar bize. Çok acayip şeyler çıkmaya başladı. Güzel olduk sanki. Sadece müziği paylaşmıyoruz ki. Aslında hayatı paylaşıyoruz. Hem de çok güzel paylaşıyoruz.

Dün Ufuk üşüdü. Deniz ona pekmez yedirdi iki kaşık. Isınacaksın dedi. Sonra Etkin sigarayı nasıl bıraktığını anlattı. Ufuk ısındı, bize tost yaptı, midemize ne zaman indi anlamadık. Emre uykusuzluktan çürürken yanımızdaydı. Sohbetimize ortak oldu. Saatlerce konuştuk. Zaman nasıl geçti anlamadık. Gündemimizde milyonlarca konu olmuş meğer, sonradan üstüne düşününce fark ettim. Aslında biz bunu çok sık yapıyoruz. Birçok insan bunu çok sık yapıyor; ama oradaki enerji, oradaki huzur, oradaki aile, oradaki rahatlık garip bir şey. Çırılçıplaksın sanki. Anne karnından taze çıkmış gibi. Sanki Tanrı sürekli yenile butonuna basıyormuş gibi. Sanki kaloriferler sürekli yanıyormuş; ama cam da bir yandan açıkmış gibi.

Sanırım sadece huzurdu aradığım ve onu buralarda bir yerde buldum. Hani kafan en rahattır ya, hani o an sadece oradasındır, başka bir yere istesen de gidemezsin; ama zaten gitmek de istemezsin bir yandan. Oradaki insanlar dışında düşündüğün bir şey yoktur hani. İşte öyle bir şey.

23 Ocak 2012 Pazartesi

Bazı insanlar vardır hayatımızda; kan bağımız olmamasına rağmen sanki ailemiz olmuşlardır. Onların yanında sonsuz huzur, sonsuz güven hissederiz. Mutluluğumuzu ilk onlarla paylaşmak isteriz, üzüntümüzü, kırgınlığımızı onlar azaltır. Başımız derde girse düşünmeden koşarlar. Gecenin bir yarısı arayıp da "ihtiyacım var" desek tatlı uykularını, sıcacık yataklarını bırakıp yanımıza gelirler hani. Sesimizin tonundan nasıl olduğumuzu hep anlarlar. Görüşmediğimizde eksiklik hissederiz hayatımızda. Özleriz onları, annemizi, babamızı, kardeşimizi, abimizi, ablamızı özlediğimiz gibi. Her şeyimizi en gerçek haliyle paylaşırız. Bizi öyle iyi tanırlar ki kendimize itiraf edemediklerimizi bile onlar bize itiraf ederler. Yanlışlarımızı hep en tatlı dille, kırmadan; ama hep fark ettirerek söylerler. Onlarla çok rahat tartışabiliriz; çünkü öyle güzel bir dilde konuşuruz ki hep anlayabiliriz birbirimizin ağzından çıkan sözcükleri. Bir araya gelsek de gelmesek de hep biliriz birbirimizi unutmadığımızı. Yaşamlarından hep haberdarızdır. Sonsuz bir sevgiyle bağlıyızdır onlara.

İşte o insanlar var ya, onların sıfatı yoktur. Aile değildirler belki evet; ama arkadaş diyemeyiz, dost diyemeyiz, çok daha ötesidirler. Yuva sıcaklığı veren varlıkları vardır. Onların kıymetini bilmek lazım.

9 Ocak 2012 Pazartesi

Yazmadan, çizmeden, söylemeden, konuşmadan, dinlemeden, sevmeden, öpmeden, sarılmadan duramıyorum! Müziğin, aşkın, heyecanın, mutluluktan yayılan bir ağzın, gözyaşının, kalp çarpıntısının, limonata gibi havanın, güneşin, yağmurun, karın, rüzgarın, kedilerin, kırmızı yanakların, suyun, uykunun, uykusuzluğun, çayın, kahvenin, çikolatanın, salıncakların, bisikletin olmadığı bir hayat düşünemiyorum. Sonra da diyorum ki "Hayat ne güzel beee!" İyi ki bunları tadıyorum. Pişmanlık yaşamamak çok güzel bir şey. Onun yerine tadını çıkarmak -acının bile- en keyiflisi.

Yazın, çizin, söyleyin, konuşun, dinleyin, sevin, sevişin, öpün, sarılın! Mutlulukla kalın!

İlayda Başaran